Genç Mete, babası Tuman tarafından Yüeçilere rehin olarak gönderilmişti. Orada ıslıklı okların mucidi Akçar'la tanıştı. Ömürlerinin sonuna değin sürecek bir dostluğun temelini attılar birlikte. Babası Tuman, Yüe çilere saldırıya hazırlandığında Mete'ye Akçar ile sevgilisi Yanzhi yardım etti ve devlet atı denilen bin milden fazla koşan atla kaçıp babasının yanına geldi. Babası Tuman ona bu cesaretinden dolayı on bin kişilik bir ordu verdi ödül olarak. Mete'nin çocukluğundan beri oynadığı hedef belirleme o

Kahramanlarımız gizemli bir dünyanın kapılarını aralamaya çalışıyor. Maceranın başladığı yerde sırlar çözülmeye başlıyor. Kahramanlarımızın başarıyla çözdükleri gizemlere okurken sizde oldukça keyif alacaksınız. Günlük hayatınızda kullandığınız bir çok araç gerecin ertaya çıkış hikayesinide öğreneceksiniz. Sevgili okurlar; Şimdi kemerlerinizi bağlayın ve hep birlikte hikayemizin başladığı yere doğru yelken açalım.

Tarih yaprakları 1940'ı gösterdiğinde grup tamamlanmıştı... Kendilerinin olan Hükmetme hakkını yeniden almak için yemin etmişlerdi. Bundan sonra her yerde onlar oldular. Yargıda, Medyada, Siyasette, Ticarette, Eğitimde... Her yer ellerindeydi. Her şey bir makine düzeni şeklinde işliyordu. Ta ki büyük sırları tehlikeye girene kadar... SIR Tehlikedeydi ve ne olursa olsun HANEDAN korunmalıydı...

El sıkışarak ayrılırken Cemil Hoca: Aşkın yaşı olmaz, gözyaşı olurmuş. İnşallah ikimiz de gözyaşı dökmeyiz, dedi. Meryem, yeniden Cemil Hoca'nın gözlerine baktı, gözleri sulandı, neredeyse ağlayacaktı: Ben mutluluktan ağlarım, senin endişen olmasın, Cemil Bey, diye cevap verdi. Eve dönüş yolunda çok mutluydu Meryem, kendi kendine: Onunla tanıştıktan sonra anladım ki; bir başka gönülde benim için sıcacık bir yuva daha varmış. Duvarları sevgiden, çatısı merhametten yapılmış bir yuva. İnsanların beni anlamalar

Dahi'lerin öğretmeni merdivenden aşağı indi ve hep beraber yemek için mutfağa geçtiler. Güzel yemekler, kocaman pastalar ve tatlı sürprizlerle dolu sıcacık bir aile ortamı bizleri bekliyor. Bu arada kahramanlarımız oldukça sıkıldı. Bir an önce inanılmaz bir maceraya atılmayı iple çekiyorlar. Sessiz olalım ve kulak verelim. Konuşmaya başladılar bile!..

Fatih Sultan Mehmed dendiği zaman akıllara hep İstanbul'un fethi geldi bu zamana kadar. Ancak Fatih Sultan Mehmed'in birçok özelliği vardı. Arapça ve Farsça olmak üzere yedi dil biliyordu. Latinceyi anadili gibi konuşurdu. Aynı zamanda şairdi. Maiyetindeki yüz seksen beş şairden, otuzunu maaşa bağlamıştı. Ünlü ressam Bellini'yi İstanbul'a getirtip kendi portresini yaptırttı. İstanbul'un fethi için, Musluhiddin ve Saruca Sekban gibi Osmanlı mühendislerinden başka, Macar Urban'a Edirne'de şahi adı verilen bü

Mihal Gazi, yani Köse Mihal Osman Bey'in en yakın arkadaşıdır. Mihal Gazi'nin ağzından en yakın silah arkadaşı, birlikte kılıç salladıkları, birbirlerinin en gizli yanlarından haberdar olan iki samimi dostun romanını okuyacaksınız. Bir devlet nasıl kurulur, ne gibi sıkıntılar yaşanır yakından göreceksiniz. Büyük İnsan Ertuğrul Gazi'nin canhıraş mücadelesini, devlete dönüştüren Osmancık, ya da Kara Osman bizim Osman Gazimiz bu harika romanla sizlerin gönül dünyasında apayrı bir yer edinecek. Tarihimizi yazan

Bu esnada arkada kapı yavaşça açıldı. Handan ablasının kalktığını duymuş, o da uyanmıştı. Feyza arkasında bir küçük ses, bir hıçkırık duydu. Döndü, gelen küçük kız kardeşi Handan'dı: Abla, ne olur, gitmesen olmaz mı? diye yalvardı. O daha küçüktü, Evliliğin ne olduğunu bilmiyordu. Feyza'nın yüreğinde volkanlar patladı. Kollarını kardeşine açtı. Sonsuza uçuşan kelebekler gibi mavimsi, sarımtırak, yeşil... Handan, yanaklarında iki damla yaş ve titreyen dudaklarıyla ablasına tekrar yalvardı: Ne olur abla ka

Tanrı Gibi Gökte Olmuş unvanı ile kağan olan Bilge Kağan, İkinci Göktürk devletinin en muhteşem kağanlarından biri olmuştur. Onun zamanında Orhun yazıtları dikilmiş ve dünyada tanınmıştır. Bilge Kağan'ın babası İlteriş Kutluk Kağan, on yedi kişiyle istiklal mücadelesine girişmiş ve elli yıldan fazla süren Çin esaretinden Türk milletini kurtarmış, zamanla Çin egemenliği altına giren Türk boylarını kendi devletinin topraklarında ve kendi bayrağı altında birleştirme gayretinde olmuş, bu durum daha sonra oğlu B

Gitmek istersen kapıyı sana ben açarım. Gemileri yakmak istersen çakmağı ben çakarım. Gitmek zor geliyorsa, ben sana sırtımı dönerek işini kolaylaştırırım. Çünkü aklı bende olmayanın, sevgisini kalbimde taşımak istemem ben. Ben seninle el ele tutuşmak isterken sen acıları tutuşturuyorsun elime. Sen benim gönlümü almalısın ahımı değil... Ben yere göğe sığdıramıyorken seni, sen küçücük kalbine alamıyor musun beni? Bu cümlelerle veryansın etti Aysima; ukala, umursamaz ve sorumsuz sevgilisi Ceyhun'a. Peki onun

Mühür bozulacak, Sayfalar açılacak ve sevgili'nin ellerinde dinlenirken kelimeler, ben aslında gecelerce, aylarca, yıllarca yazdıklarımı ilk defa mı söylemiş olacağım? Mührü vuran için hikaye çoktan yaşanmış, yazılmış, okunmuş ve bitmiştir. Mühr'ün hükmü bunu gerektirir. Şimdi aşık, yeni dünyalar sunmak için maşuk'una O'nu yeniden sevecektir

Seni limana bağlayan halatları çöz, bırak rüzgar şişirsin yelkenlerini,o bilir seni nereye götüreceğini.Mutluluk senin ayağına gelmez, sen onu bulmalısın; tıpkı ağaçtaki elmaya ulaştığın gibi merdiven dayamalısın hayallerine, hedeflerine. Ve mutluluğa ulaşmak için dört işlemi yapmalısınız;Aklını başına TOPLA! Seni üzene kapıyı ÇARP! Seni sevenle ekmeğini BÖL! Seni sevmeyeni hayatından ÇIKAR! Bu dört işlemi alt alta koyduğumuzda bir merdiven oluşmaktadır. Ve merdivenin en üst basamağına çıktığınızda, yani ak

Umut Çocukları, sokakta yaşamaya mahkum edilen binlerce çocuktan sadece birkaçının hikayesini anlatiyor. Onlann duygulanni, onlann çaresizliklerini ve umutla baktıkları sonu gelmez yannlanni gözler önüne seriyor. Yırtık gömleklerinin içinde taşıdıkları yürekle aslında bizden çok farklı olmadıklarını, sadece bir takım talihsizliklerden dolayı çıplak ayaklar ve yırtık elbiselerle birbirlerine sokularak sokakta yaşadıklarını, kötülüğe hep çaresizliklerin ardından itildiklerini, ama tüm zorluklara rağmen kötülü

Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok şekil değiştirmiş. Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Şehrine geldim, ama kalbine giremedim sevgilim. Hayat´ın Aşkı, Pudra Kızlar, Vitrin Mankeni, Altı Bahriyeli ve Yılkı Treni öykülerinden oluşan kitabında Hümeyra Turan; aşkı, dostluğu, şüpheyi, tükenmişliği ve yaşamın ta kendisini yüreğimize dokunduruyor. Çık

Aşk neydi sahi? Aşk diye birşey var mıydı? Varsa, başlangıcı ve sonu var mıydı? Yoksa aşkın adı vardı da kendisi yok muydu? Peki ya yaşadığımızı zannettiğimiz duyguların adı neydi? Selen, bu duygularla boğuşurken psikolog olan Bahtiyar´a gönlünü açar. Aşka neden teslim olmak istemediğini bir tek ona anlatır ve geçmişiyle, geçmişte sakladığı acılarıyla yüzleşir. Bahtiyar, yalnız adam. Dedesini ve ardından gece meleğin kaybettiğinden beri çok yalnız. Gece meleği sandığı Selen´e sadece onunla doktor hasta